
Soğuk Barış mı Zulüm Mü? Türkiye'de Barış Umutları ve Gerçekler
Étienne Balibar'ın "Şiddet ve Medenilik" eserinden yola çıkarak günümüzdeki şiddet biçimlerini ve bunların "zulüm" olarak adlandırılan en tehlikeli kesişim noktasını inceliyoruz. Balibar'a göre zulüm, kurbanı insanlıktan çıkararak bir nesneye indirgemeyi amaçlayan şiddettir. Bu durum, klasik siyasetin araçlarıyla anlaşılamayacak kadar yeni şiddet biçimlerinin zamanın ruhuna egemen olduğunu gösteriyor.
Soğuk Barış Kavramı ve Türkiye'deki Yansıması
Balibar, şiddetin karşısına "sivillik" kavramını koyar. Bu kavram, sadece naziklik hali değil, aşırı şiddet ve normlarına karşı yürütülen aktif bir siyasi mücadeledir. Bu mücadelenin anti hali ise toplumsal bağların çözüldüğü, dayanışmanın yok olduğu, insanların birbirine karşı korku ve güvensizlik duyduğu bir çürüme halidir. Balibar çözüm olarak eşitlik ve özgürlük kelimelerinden ürettiği “égaliberté” kavramını merkeze alır. Balibar'a göre, özgürlük ve eşitlik birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Birinin olmadığı yerde diğeri de olamaz.
Soğuk barış kavramı, 1982 yılında Butros Butros-Gali tarafından Mısır ve İsrail arasındaki ilişkiyi tanımlamak için kullanılmıştır. Bu terim, hükümetler arası barışın olduğu ancak toplumlar arası normalleşmenin olmadığı durumu ifade eder. Yani, sıcak savaşın bittiği ancak bu durumun halklar arasında bir dostluğa, sıcak kültürel ve sosyal ilişkilere veya karşılıklı güvene dönüşmediği her anın tanımıdır.
Soğuk barış, aynı zamanda sivil/medeni olmayan her durumun olduğu siyasal iklimdir. Balibar’ın zulüm olarak tarif ettiği hallere işaret eder. Devletler arasından öte toplumlar arasındaki (daha iç alan) durumdan bakar. Şiddetin ekonomik, siyasal, toplumsal ve sosyal dışlama faaliyetleriyle iç içe geçerek toplumda yarattığı halin kendisini tarifler soğuk barış. Görece savaş ve barış arasındaki sınırların kalktığı, toplumun içini kemiren sistematik bir şiddet halinin de sürdüğü aralığa bakıyor bu ‘soğukluk.’
Türkiye'de Zulüm Pratikleri ve Soğuk Barışın İzleri
Günümüzde hem toplumun kılcal damarlarına sızan zulüm pratikleri hem de 'soğuk barış' hallerini görmekteyiz. Görünürde bir barış süreci var, silahların sustuğu bir dönemdeyiz. Ancak toplum aynı zamanda diken üstünde. Çünkü güvendiği bir fiili hal yok. Kısmen resmi barış ama fiili güvensizlik ve mesafeli ruh halleri aşılabilmiş değil. Gelişmeler var ama normalleşme yok, tersine toplumu geren, süreci de zora sokan operasyonlar, pratikler var. Gelişmeler ve barışa dair umut var ama sosyal, kültürel bir rahatlama yok, izin de verilmiyor. Güven duyulacak bir zemin de hakeza sunulmuyor.
Tüm bunlar, Balibar’ın tespiti ile birer zulüm pratiği. Çünkü barışı ortada bırakan, onu sahiplenme yerine uzaklaştıran, çözüm değil de sorun olarak kodlayan her anlayışa geçit veren bilinçli bir tercih var. Haliyle içinden geçtiğimiz süreç, bir yanıyla da soğuk barış.
Umut Var mı?
Bu hali aşabilecek durum ve ortam var. Şartlar da hiç olmadığı kadar uygun. Modern jeopolitik bugün "tavrın değişirse kaderin değişir" ilkesine göre gidiyor. İktidar da dilini, gücünü barışa güven üzerinden bükerse soğuk değil sıcak ve aktif barışa açılırız.
İçinden geçtiğimiz bu zorlu süreçte, toplumun kılcal damarlarına sızan zulüm pratikleri ve soğuk barışın yarattığı güvensizlik ortamının aşılması için adımlar atılması gerekiyor. Ancak bu şekilde gerçek bir normalleşme ve kalıcı bir barış sağlanabilir. Aksi takdirde, sadece "soğuk" bir barış ile yetinmek zorunda kalacağız.